Yaş olmuş yüzyetmişbeş veya yirmibeş farketmiyor ki. Aynı yerde sayıyorum, ilerleme yok pek. Beynim gereksiz bilgileri sünger gibi emerken sadece gerekli bilgileri içeride tutmamakta direniyor. Karşılıklı bir inatlaşma sanki. Zaman geçtikçe ve yeni şeyler gördükçe kazanılması gereken tecrübe akmıyor, damlamıyor dahi.Bıkkınlık verici, üzerime sinmiş çocukluğum ve aynı hataların tekrarı ve tekrarı.. Aynı yerdeyim veya dönüyorum aynı yol içerisinde. Kafatasıma sıkışıp kalmış asla gerçekleşmeyen hayallerim çocuk ruhumun her daim yarattığı yeni illüzyonlar sebebiyle gelişecek ortam -ne gelişmesi yaşayacak alan bile bulamadan ölüyorlar ve çürüyen bedenlerinin yaydığı koku içime işlerken, yarattığı salgın hastalık beynimin bütün beyaz renkli hücrelerini öldürüyor ve onları ölü, Ankara'nın havası kadar gri "yeni" hücrelere dönüştürüyor. Ve lanet olsun beynimi kaplayan bu gri madde bana büyümemi ve mantıklı kararlar alıp, kalan zamanımı doğru kıssaslara göre bölüp değerlendirmemi söylerken bu seferde beynim hiç bir zaman uslanmayan bir Neverland sakini ile, ruhumla zıt düşüyor ve başlıyor bir itekleşme.. Her nasıl oluyorsa ruhum beynime galip geliyor ve üzerine bir damla dahi grilik bulaşmadan ve hatta beynimin tüm griliğini ve olgunluğunu bir çırpıda silip, yok edip her şeyi o "eski" ve aynı yerde kalmış ilerle(ye)meyen haline geri döndürüyor.ve sonra yeniden ve yeniden ve yeniden... Derken ben aynı yerde sayıp, ve hatta dönüp dururken bemmbeyaz kıvır kıvır sakalları karnına kadar inen Zamanbaba'nın bitmek bilmeyen istekleri ve tavsiyeleri akıp, yavaşça birikip devasa engeller oluşturuyor önümde. Ben hiç bir yere gidemesem, ilerleyemesem, yol alamasam hatta en fazla sadece aynı yolda dönüp dursam dahi, Zamanbaba bana bu engelleri temizlemem gerektiğini ve ancak bu şekilde ilerleyebileceğimi, büyüyebileceğimi anlatıyor.. ve bana gür sesiyle sesleniyor "..bana güven, büyüme işini sen bana, zamana bırak..." Ben -elbette- şu önüme yığdığı yapmam gereken işler tepesinin temizlenmesi görevini ona bırakmak istesem bile, her seferinde -sanırım yüz hatta binlerce binyılların getirdiği tecrübe ile- işi benim üzerime yıkıp ,üstüne üstlük hiç bir şey yapmadan, onun işleri bir şekilde yoluna sokacağına dair güvenimi kazanıp devasa kum saatinden dökülen yeni sorunlar ve kuvars tanelerinin oluşturduğu kalın toz tabakası içerisinde uzun beyaz sakallarını savura savura kayboluyor.Ben yirmibeşbin veya yüzeyetmişbeşbininci sorun kümesi ve kum tanesi yumağını çözüp, hepsini ayırıp, temizlerken yenileri dökülüyor gökyüzünden ve yeni umutlar ve yeni hayaller düşüyor zamanın çorak kumulları üzerine.. Her biri derimi delip, kollarımdan ve bacaklarımdan kanlar akan kanallar açıp ruhumun içerisine işliyor ve ona her şeyin güzel olduğunu fısıldıyorlar, adeta uyuşturucu gibi onu etkileri altına alıp, yoldan çıkartıyorlar ve zamandan soyutlanmış, tecrübesiz, aynı yalanları her seferinde yutan, duyduğu her şeye inan ruhum yine kanıyor bu umut virüslerine ve beynime yerleşip kontrolsüz bir şekilde yeni umutların, hayallerin üremelerine izin veriyor, yardımcı oluyor.. ve ben gün geçtikçe ruhumdan daha çok nefret ediyorum, onu bastırmak, sesini kesmek ve galiba yok etmek istiyorum.. şey sanırım büyüyorum.. ya da aynı yerlerde dönüp duruyorum, bilmiyorum